E-(nayi)Değirmen Nedir?

E-(nayi)Değirmen (ki bundan sonra Enayi Değirmen olarak anılacaktır, zira yazılışı zorluyor insanı) subjektif, katılımcı, periyodları belirsiz, asla herhangibir şeye alternatif olmayan, ama itirazı da esas kabul eden enayi birşeydir.
"Okuram kardaş yazı bilmem/
Bu yazı da gördük, gelecek yazı bilmem"
diyen ozanın aksine burada okuyan herkes hemen yazmalıdır: Yorum yaparak ve yazar olarak.
Blog, Bozcaada Derneği üyeleri dışındakilere de doğal olarak açık olduğundan, üyeler tarafından bilinen bazı konular tekrar edilebilir.

Enayi Değirmen Niye Var?

Bozcaada haberlerini düzenli olarak aldığımız E-Değirmen'in yayınının bir süreliğine kesilmesi ve bir enayinin bir kereliğine diye yola çıktığı halde, adaseverlerin ısrarı üzerine Bozcaada ve ilgili herşey üzerine yazılsın ve herkes katılsın diye var.

Şimdi bırakın kendinizi, içinizde bir Ada imgesi, ve..
itiraz edin:
İtiraz değişim, değişim yaşamdır.
Kısaca "İtiraz Esastır"

11 Ağustos 2007 Cumartesi

Enayi Fotograflar Dizisi - 5

İsgal ve Görsel Kirlilik (ikisi bir yerde)





O Taşlar da Kimin (kazılar da henuz baslamamıştı) :)




Enayi Fotoğraflar Dizisi - 4

T. C. Kanunları "Bozcaada Cumhuriyeti"nde Geçerli Değil Galiba ?

" KIYI KANUNU

Kanun Numarası : 3621

Kabul Tarihi : 4.4.1990

Yayımlandığı R. Gazete : Tarih : 17.4.1990 Sayı: 20495

Yayımlandığı Düstur : Tertip : 5 Cilt:29 Sayfa :76"

"Madde 5 - Kıyılar ile ilgili genel esaslar aşağıda belirtilmiştir: Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır, Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir. "

"Madde 6 - Kıyı, herkesin eşitlik ve serbestlikle yararlanmasına açık olup, buralarda hiçbir yapı yapılamaz; duvar, çit, parmaklık, telörgü, hendek, kazık ve benzeri engeller oluşturulamaz. Kıyılarda, kıyıyı değiştirecek boyutta kazı yapılamaz; kum, çakıl vesaire alınamaz veya çekilemez. Kıyılara moloz, toprak, curuf, çöp gibi kirletici etkisi olan atık ve artıklar dökülemez. Kıyıda, uygulama imar planı kararı ile; a) İskele, liman, barınak, yanaşma yeri, rıhtım, dalgakıran, köprü, menfez, istinat duvarı, fener, çekek yeri, kayıkhane, tuzla, dalyan, tasfiye ve pompaj istasyonları gibi, kıyının kamu yararına kullanımı ve kıyıyı korumak amacına yönelik alt yapı ve tesisler, b) Faaliyetlerinin özellikleri gereği kıyıdan başka yerde yapılmaları mümkün olmayan tersane, gemi söküm yeri ve su ürünlerini üretim ve yetiştirme tesisleri gibi, özelliği olan yapı ve tesisler, Yapılabilir. Bu yapı ve tesisler yapım amaçları dışında kullanılamazlar."



Enayi Fotograflar Dizisi - 3

Zamanlamamız Müthişti! (Adadan sabah Seferinin Saatini Bile Değiştirmiştik)

10 Ağustos 2007 Cuma

Enayi Değirmen Sayı - 9 -

OZANIN GÜNÜ ve İLYADA OKUMASI

Bu etkinlikten bir hafta sonra yazmak, üstelik iş yoğunluğundan katılamadığı bir etkinliği yazmak yine Enayi'ye kaldı.
Başımızı kaşıyacak vakit yok, ama aşağıda gördüğünüz gibi bazen fırsatlar yaratılıyor.



Bu arada kitle turizmine yönelme süreci gittikçe hız kazanmaya başladı.
Sürdürülebilir turizm ise ilgi bekliyor. Allahtan ulaşım, iklim, sit alanı, .... gibi kendiliğinden olan etmenler var da bir süre daha sürdürülebilir kılıyor turizmi. Ama müdahalenin şart olduğu günler böyle giderse pek uzak değil.

Gelelim etkinliğe....
3 Ağustos akşamı Salhane'de yoğun sayılabilecek bir katılımla yılın ozanı Refik Durbaş şiirlerini okudu. 2 saat süren bu şiir dinletisi sırasında TALAY'ın bu etkinlik için özel olarak hazırladığı şaraplar içildi. TALAY bunu her sene yapıyor.
Akşam yemeği Koreli Restoran'da 30-40 kişilik bir grup olarak yenildi. Hazırlanan masa beğeni topladı. TALAY ve ÇAMLIBAĞ şarapları içildi.
Derneğin anlaşılmaz katı tutumu bu yemekte de sürdü: Herkes şarap içmeye mecbur kılındı. Aslan rakıcılar verdikleri mücadeleyi kazanarak rakılarını afiyetle içtiler.
Enayi Değirmen olarak şaraba karşı değiliz, rakı da içilebilir bir sıvıdır ve en az şarap kadar keyif vericidir. Dernek yönetiminin bu ayrımcı tavrını tekrar ve şiddetle protesto ediyoruz. Herkes istediği şeyi içsin...
4 Ağustos sabahı saat 06.00 sularında Arka Deniz'de buluşuldu. Sert esen poyraza karşı İlyada okundu. 2 saat süren etkinlik boyunca Bozcaada Derneği ve Martı Restoran'ın ikramları katılımcıları memnun etti.
Saat 13.00'te arabalı ile karşıya geçilerek Troia Vakfı organizasyonu ile arkeolog Rüstem Aslan önderliğinde Troya'ya gidildi. Katılanların ifadelerine göre Vakıf bu organizasyonda zayıf kaldı.
Saat 20.30'da Ayana Ateş Gecesi düzenlendi. Katılanların ifadelerine göre en çok keyif alınan etkinlikti: Yakılan ateş, meşaleler, şarap ve müzik gecenin anahtar sözcükleriydi.

SONUÇ:
* Başta bu etkinliğin kurucusu ve ısrarla sürdürülmesini sağlayan Haluk Şahin ve dernek yöneticileri, kaymakamlık, belediye, jandarma Bozcaada halkından kocaman bir teşekkürü hakettiler.
* Talay ve Çamlıbağ şarapları Bozcaada'daki tüm etkinliklerde olduğu gibi buraya da katkılarını sürdürdüler. Koreli ve Martı da üzerlerine düşenleri yaptılar. Ada'nın en kalabalık günlerinde odalarını etkinlik kapsamında gelen konuklara açan konaklama tesisleri de teşekkürü hakkedenlerden.
* Asıl genç müzisyenler bu senenin yıldızları idiler. Hem etkinlik sırasında hem de sokaklarda yaptıkları müzik Bozcaada'ya zenginlik kattı.
* Her senekinden farklı olarak değişik mekanların etkinlik çerçevesinde kullanılması altı çizilecek bir yenilikti. Seneye de uygulanmasını dileriz.

Gelelim enayiliklere:
1- Organizasyon geç duyuruldu.
2- Etkinliğin adı muhtelif: Ozanın Günü mü? Şairin Günü mü? Bunu da halletmek gerek. Bir duyuruda biri, diğer bir yazıda öbürü olunca olmuyor.
3- Bu etkinlik için hep kullanılacak bir logo şart.
4- Troia Vakfı herhalde seneye etkinlik kapsamına dahil edilmeyecek. İşler iyi giderken sizin dışınızdan bir unsurun teklemesi keyif kaçırıcı. Seneye pekala Dernek etkinliğin Troya ayağını da üstlenebilir.
5- Ada'da Talay ve Çamlıbağ dışında herşeyini Ada'dan kazanan başkaları yok galiba.
Var mıdır?
6- Özellikle Akın Bey ve Haluk Bey'in üstün gayretleri ile kotarılan bu etkinlik bize bir kez daha şunu gösterdi ki bu işler organize işler. Önceden planlanması gereken ve elbirliği ile kotarılması gereken işler. İşleri birkaç kişiye yıkıp uzaktan bakmakla olmuyor. Plansızlık, programsızlık bize yakışmıyor.
Bu ve benzer etkinliklerin bir yıl önceden hiç değilse taslaklarının hazırlanması ve Ada'daki tüm etkinlikler için bir eşgüdüm kurulunun oluşturulması artık bir ihtiyaç olarak kendini gösteriyor.

Son olarak, bu sayıdaki yazım hataları, ifade bozuklukları, unutulanlar ve diğer hatalar için özür dilerim.
Yazı büyük bir gürültü, kargaşa ortamında, kahvaltı-öğle yemeği servisi sırasında, en az 20-30 kere ara verilerek yazıldı. Ama bu üzerinde durulması gereken organizasyonla ilgili kimseden ses seda çıkmayınca yazmak bir mecburiyet halini almıştı. İlk fırsatta tekrar düzenleyeceğim. Basında çıkanları ekleyeceğim.

Enayi

1 Ağustos 2007 Çarşamba

Yeldeğirmenleri ve Modern Don Kişotluk

Aşağıdaki iki yazı Arif Özver Ergin'in hazırladığı sayfalardan izinsiz olarak alınmıştır. İzin alabilmek icin mail adresini arayıp bulamamam ve onun bir ODTÜ'lü oluşu makul mazeretler olarak kabul edilebilir diye düşünüyorum.
Hatta bu tepkisiz topluluktan ricam, eskaza tanıyorsanız bana bildirmeniz veya daha da güzeli, sevgili Arif bir şekilde Enayi Değirmen'e ulaşırsa ona teşekkür için bana bir fırsat vermesidir.

Yazıların kaynak adresleri:
http://www.geocities.com/arifergin/l5.htm
http://www.geocities.com/arifergin/l6.htm

Derneğimizin simgesi olan değirmenin restorasyonu aşamasında - ne zaman olacaksa artık ! - belki de fikir verebilir, ilgi çekebilir diye düşünüyorum...

Enayi


Yel Değirmenleri ve Modern Don Kişot’luk - 1 -

Tarihsel zenginlikleri hayalgücü ile birleştirmek;
tasarımın modern dünyada önemi üzerine bir açılım.



"İnsanlar iki ana sebepten dolayı tasarımcı olurlar. Birincisi tasarım yenilikçi ve yaratıcı bir iştir; işte bu bir çok akıllı insanı cezbeder. İkinci sebep ise tasarımın sağladığı olanaklardır. Toplum gelişmek için yaratıcı ve farklı düşünebilen insanlara ihtiyaç duyar. Onlara ihtiyaç duyar çünkü değişim modern dünyada kaçınılmazdır. Tasarımcı, kaşif ve girişimci işadamı değişimin maddi araçlarıdır".(1)

Sayın Suat Çakmak’ın C.B.T’ in 631’inci sayısındaki "Batı Anadolu yel değirmenleri" yazısını beğeni ile okudum. Benimde üzerine kafa yorduğum bir olgu konuyla çok ilgili olduğu için zaman geçirmeden yazıyorum.

Sayın hocamın kendisini tasarımcı olarak da tanımlaması, yukarda alıntıladığım gerçekten ötürü çok önemlidir. Türkiye yetişmiş insan gücü, bu potansiyelin bilimsel ve teknolojik bilgiye ulaşabilmesi, bu bilgiye katkıda bulunması bakımından, modern dünyanın gerisinde değildir. Ayrıca Anadolu kültürel ve tarihsel mirası çok geniş bir coğrafyadır. Bu sebeplerden, değişimin maddi araçları olarak ifade edilen tasarımcı, kaşif ve girişimci iş adamlarının bu topraklarda yetişmesi hiç şaşırtıcı değildir. Önümüzdeki yıllarda bu insanlar Türkiye’nin modern dünyada varolabilmesinin bir yolu olacaktır.

modern keşfe bir örnek

Bilim Teknik Dergisinde aynı sayısında dikkat çekici bir yazı da “12000 yılına kaç gün kaldı?” idi. Yazının konusu, dünyanın en süratli bilgisayarınından birini keşfeden ve bu sıralar sonsuzluğun saatini yapmaya uğraşan Danny Hillis adlı bir dahiydi. 12000 yılında üç kez çalacak bir saati yapmaya çalışmak ilk başta komik yada gereksiz görülebilir. Örneğin böyle bir saatin ülke ekonomisine katkısı nedir? Aslında bu konuyu burada tartışıyor olmak bile Hillis’in ne kadar ciddi bir işin içinde olduğunun göstergesidir. Kim bilir; yaptığı saat belki de önümüzdeki yılların en gözde turizm merkezi olacaktır. Saat maddi olarak hiç bir işe yaramasa bile Hillis’in çabası ufkunu geliştirecek, yeni buluşlara ve keşiflere ilham olacak, yaşadığı tecrubeler teknolojik bilgiye dönüşecektir. Saat belki gerçekleşen hayellerin bir Hürriyet Heykleli olacak yeni kaşiflerin yolunu açacaktır.

potansiyelin hayata geçme yolları

Benzer tutkuları olan insanlar Türkiye’de vardır. Çoğu zaman zihni sihir olarak hafif alayla anılan bu insanların ürünleri, genellikle günlük hayatta karışılaşılan sorunlara ve ihtiyaçlara pratik çözümler getirmek şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu insanların sıkça dile getirdikleri bir talep yetkililerin kendilerine destek ve teşvik olmadıklarıdır. Oysa son yıllarda ortaya çıkan gerçekler adı geçen türde düşüncelerin daha farklı bir şekilde yaşam bulabileceğini göstermektedir. Günümüzde büyük çapta bir çok sanatsal ve sportif etkinliğin sponsoru özel şirketler olmaya başlamıştır. Özel sektörün dinamik yapısı hem etkinlinliklerin niteliğini arttırmakta hem de, çift taraflı tanıtım talebi etkinliklerin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamaktadır. Kamu özelleştirmeler yapmakta, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi asli görevlerine dönmeye çalışmaktadır. Ciddi anlamdaki teknolojik teşvikler ve programlar Tübitak, TTGV, TİBED gibi özerk kuruluşlar tarafından yönlendirilmektedir. Bu sebeplerden dolayı bağımsız tasarımcıların ve kaşiflerin düşüncelerini hayata geçirmelerinin akla en yakın yolu, özel sektörden sponsorlar bulmalarıdır. Ayrıca her düşünce gerçekten değerli olmayabilir; birilerini konu üzerinde yatırıma iknaya çalışmak, düşüncenin yaşama geçme potansiyelini de ortaya çıkaracaktır.

yel değirmenleri

Sayın Çakmak yazısının bir yerinde şöyle diyor: bu resimlerle bugün aynı konstrüksyon yapılabilir. Bence bu ifade bir ihtimalden ve olabilirlikten çok bir istek ve beklenti içeriyor. Anladığım kadarıyla sayın Çakmak yel değirmenlerini dışardan izlemeği değil, aynı zamanda içine girip o mekanizmaların kusursuz çalışmasını görmeyi; ahşap dişlilerden çıkan mekanik ezgileri dinlemeyi de istiyor

Aynı isteği yıllar çalışmaya gittiğim Bodrum’da yel değirmenlerini gördüğümde hissetmiştim. Bu istek yıllar boyunca içimde olgunlaştı; farklı boyutlara ulaştı. Benim düşüncem yel değirmenlerini tamir etmek eski şekline dönüştürmek değil. Elbette bu bile tek başına saygıya değer, tarihsel mirasın korunmasına yönelik bir çaba, ama yaratıcılık ve yenilik içeren bir çaba olduğu söylenemez. Suat beyin bahsettiği gibi; bu yel değirmenleri o dönemin mevcut teknolojisine, çevre koşullarına, ve onları inşa eden insanların ihtiyaçlarına göre şekillenmiş. O dönem insanlar rüzgardan elde ettikleri enerjiyi ürünlerini işlemek ve su elde etmek için kullanmışlar. Çevre dostu olarak tabir edilen rüzgar enerjisi bu gün de yeni teknolojik olanaklar ve ihtiyaçlar çerçevesinde değerlendirilmekte ve genellikle elektrik enerjisine dönüştürülmektedir. Bu tür enerjiler az miktarlarda elde edilebildiği, oysa insanoğlunun daha çok enerjiye ihtiyacı olduğu şeklinde eleştirilir. Alternatif enerji ayrı bir tarışma konusu olup bu yazıda değinilmek istenen bir olgu değildir. Bugün insanoğlunun ihtiyaçları enerjinin bir ampulde ışığa, bir otomobilde harekete dönüşmesi kadar basit değildir. Enerji örneğin müziğe de dönüşebilir ve aslında bu da bir ihtiyaçtır. Bir kaç yel değerimeni bir kasabayı besleyebilecek elektiriği üretemeyebilir; ancak müziği üretebilir.

müzik değirmeni?

Yel değirmenleri ile ilgili benim kurguladığım senaryo bu değirmenleri sadece eski hallerine getirmek değil; aynı zamanda yeni teknolojik olanakları da kullanarak yöre ahalisinin günümüz koşullarındaki ihtiyaçlarına yeni bir açılım getiren farklı bir kurgu geliştirmek:

Bahsedilen Batı Anadolu yel değirmenlerinin büyük bir kısmı turizmin yoğun olduğu bölgelerde yer almaktadır. Yel değirmenlerinin bir kısmı restore edilerek rüzgar enerjisini elektrik enerjisine kolayca dönüştürebilir. Bu enerji değirmenlerin hemen yanında yer alabilecek bir müzik kutusuna can verebilir. Müzik günün sadece belirli zamanlarında çalınır; örneğin güneş batışında. Zaten rüzgar alması için yükseklerde yapılan değirmellerin o saatlerde muhtemelen çok güzel manzaraları olur. Turizmin yaygın olduğu bir beldede, rüzgarın ve müziğin; teknolojinin ve doğanın; geçmişin ve geleceğin içiçe geçtiği bir ortam kuşkusuz görülmeğe değer olacaktır.

Ne tür bir müziğin, ne şekilde çalınacağı elbette farklı bir çalışma gerektirir. Yaratılan ortamın doğası gereği; doğrudan elektronik bir müzik hiç hoş olmaz. Bence küçük timpanilerden, silifonlardan, flütlerden oluşan mekanik bir orkestra inşa edilmesi masfaflı olmakla birlikte, çevreyle daha uyumlu olacaktır. Mekanik orkestranın küçük bir elektronik beyni olabilir ve daha önceden programlanmış klasik eserleri çalabilir. Elbette elektronik beynin en az bir ay boyunca farklı eserleri çalabilecek bir hafızasının olması gerekir. Teknolojik olarak bahsedilen düzeneklerin yapılması hiç zor değildir; ancak bir ekip çalışması bünyesinde gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Zira yaratım sürecinde ekip çalışmasının önemi modern dünyanın tartışmasız kabul ettiği diğer bir olgudur.

bazı kaygılar

Türkiye yıllardan beri doğal ve tarihi zenginliklerinin nasıl yağmalandığına, restarasyon adı altında nasıl mahvedildiğine şahit oluyor. Bu yüzden duyarlı insanların bahsedilen konularda kaygıya düşmeleri son derece doğaldır. Bu tür kaygıları ben de taşıyorum, ancak işin en başından olmaz böyle bir şey diyerek kesip atmak da çözüm değildir. Türkiye yetiştirdiği insan potansiyeline güven duymak, onun önünü açmak zorundadır. Bahsettiğim hayalin bir hilkat garibesine değil bir sanat eserine dönüşmesinin yolu; ben yaptım oldu zihniyeti ile değil; Suat Çakmak gibi konuya duyarlı tasarımcılarla, müzisyenler, mimarlar, mühendisler, arkeologlarla birlikte çalışmaktan; konuyla ilgili sivil toplum örgütlerinin ve meslek kuruluşlarının fikir ve eleştirilerini dikkate almaktan geçer.

Gereken maddi desteği devletten beklemek de yersiz olur. Zira devlet Türkiye’de asli görevlerine yoğunlaşmak durumundadır. Özel sektör dinamik yapısından dolayı böyle bir etkinliğe destek verebilir. Örneğin özel radyolar ve televizyonlar akla ilk gelen örnekler arasındadır. Özellikle turistik beldelerdeki bir çok belediye ciddi bir öneri ile gidilirse böyle bir çalışmaya kucak açacaktır.

sonuç yerine

Müziğin bir enerji dönüşümü olarak ele alınışı yeni değildir. Felsefede ilk olarak antik filozof Pythaorean konuyu ele almış ve müziğin matamatiksel yönü üzerine kafa yormuştur(2). Müzik sadece rüzgar ile değil, güneş enerjisi, doğal gaz gibi başka bir çok doğal enerji kaynağı ile de değerlendirilebilir. Enerjinin müziğe dönüştüğü bu tür mekanlar, örneğin parklarda, bahçelerde ve sokalarda yaşamımızı zenginleştirebilir. Ancak bu yazıda değinilen, olgunun yel değirmenleri ile ilgili olabilecek senaryosudur.

Ülkelerin ilerlemek için farklı düşünebilen, farklı ürünler ortaya koyabilen tasarımcılara, mühendislere, kaşiflere ihtiyacı vardır. Yaratım sürecinde tasarımcının önemi büyüktür ancak yeterli de değildir. Herkesin yaşamını ilgilendiren ciddi projeler ekip çalışması bünyesinde ortaya çıkar. Bu yazının amacı her şeyden önce bahsedilen olguyu tartışmaya açmaktır. Konunun yaşama geçirilip geçirilemeyeceği ancak bu tartışmalardan sonra ortaya çıkacaktır. Bu çerçevede her türlü öneriyi, eleştiriyi merakla bekliyorum.

Referanslar

1.Dan Johnston, Design Protection, Desgin Concil, 1989, Londra

2.http://www-ks.rus.uni-stuttgart.de/people/schulz/fmusic/recursion.html



Yel Değirmenleri ve Modern Don Kişot’luk - 2 -

Yel Değirmenlerinden Müzik Değirmenlerine-II

"Sanat, güzel bir şeyin tasarımlanması değil, ama bir şeyin güzel tasarımlanmasıdır" .(1)

İtiraf etmek gerekirse bir an kimseden karşılık gelmeyecek diye korkuya kapılmıştım. Bu yüzden Sayın Çakmak’ın cevabını, ayrıca tebriklerini okuyunca çok mutlu oldum, kendisine teşekkür ediyorum.

Sayın Çakmak’la aramızda başlayan diyalogun, içeriği ile olduğu kadar yazılı kültüre yaptığı katkı ile de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden her şeyden önce ilk yazımda yaptığım çok önemli bir hatayı düzelterek başlamak istiyorum. 634. Sayıda "Yel Değirmenlerinden Müzik Değirmenlerine" adlı yazımda heyecandan olsa gerek, mucit yerine kaşif, icat yerine ise keşif kavramlarını kullanmışım. Oysa yazının konusu tamamen icatlar ve mucitlerle ilgiliydi. Bu yüzden bütün okuyuculardan özür diliyor, yazımı bu çerçevede yeniden değerlendirmelerini rica ediyorum.

Kaşif ve keşif

Kaşifler dünyayı dolaşan, daha önce bilinmeyen ama aslında var olan mekanları bulan, maceraperest gezginlerdir. Ancak kaşiflerin çoğu buldukları ülkelere ayak basan ilk insanlar değildir. Bulunan topraklarda binlerce yıldır yaşayan yerli halklar da vardır. Bu gezginlere kaşif denmesinin sebebi, insanların dünya görüşlerinde köklü değişiklikler yapmış olmalarıdır. Keşif, dünyaya ilişkin bilgi edinmenin bir yoludur. Ünlü kaşiflere Marko Polo ve Vasco De Gamma örnek olarak verilebilir. (2)

Mucit ve İcat

Mucit, daha önce var olmayan yararlı bir cismi ya da süreci ilk bulan yada üreten kişidir. İcat ise mucittin bulduğu şeydir. Birçok icadın modern biçimini alana dek gelişmesi yüzyıllar almıştır. Yaklaşık beş yüz bin yıl önce vahşi yer yüzünde varolabilmek için taş ve odun gibi malzemeleri kullanmaya başlayan insanlar ilk mucitlerdir. Örneğin piyanonun icadı, 2000 yıldan uzun bir tarihi gelişime sahiptir ve 2000’i aşkın icat modern piyanonun oluşumuna katkıda bulunmuştur. Modern icatların bir tek mucidin eseri olması ise çok ender bir durumdur. Meşhur mucitlere örnek olarak ilk hesap makinasını icat eden Blaise Pascal ve ilk buhar makinesini icat eden Thomas Savery verilebilir. (3)

Hatırlatma ve Küçük Bir Eleştiri

Bilindiği gibi müzik değirmenleri konusu tasarımdan, mühendisliğe; arkeolojiden, müziğe kadar geniş bir yelpazeye yayılıyor. Bu yüzden ilgili başka insanlarında tartışmaya katılabileceği beklentisi ile aklımdan geçenleri mümkün olduğunca açık ve genel bir entelektüel zemin üzerine kurmaya çalışacağım. Bu noktada profosyenelliğinden kuşku duymadığım Cumhuriyet gazetesine de küçük bir eleştiri getirmeden geçemeyeceğim. İlk yazımın orijinal başlığı “Yel Değirmenleri ve Modern Don Kişot’luk” idi. Herkesin gülümsemeyle hatırlayacağı gibi Cervantes’in ünlü romanında Don Kişot otuz kadar yel değirmenlerini dev sanarak onlara saldırır. (4) Ben elbette yazımla ilgili böyle bir gönderme yapmak istemiyorum. Bu bir başlığı kullanmak istememdeki sebep ironi yapmaktı çünkü büyük modernist ve antimodernist olan Kierkegard’ın dediği gibi modern dünyada en derin ciddiyet kendisini ironi aracılığı ile ifade etmek zorundadır. (5)

Kaygılar

İlk yazımda da belirttiğim gibi benzer endişeleri ben de taşıyorum, yapılacak çalışma yel değirmenlerini Sayın Çakmak’ın tabiri ile rencide edebilir. Ama Kant’ın dediği gibi güzel bir tasarımlama ile bir sanat eserine de dönüşebilir. Bence bu işi başarmanın yolu yetkili kurumların bilgisi ve denetimi altında, duyarlı ve uzman kişilerle bir ekip çalışması yürütmekten geçer. Sanırım bu konuda yapılacak en doğru çalışma her şeyden önce yasal mevzuatın araştırılmasıdır. Zaten yasalar adı geçen yel değirmenlerin üzerinde hiç bir müdahaleye izin vermiyorsa, bizlerin bu değirmenlerin birer ikişer yıkılıp gitmesini izlemekten başka yapacak bir şeyimiz yok demektir. Örneğin yel değirmenleri tarihi eserler olarak Sit alanları içerisinde mi korunmaktadır?

Tasarımın boyutları

Aslında benim yel değirmeninin elektrik üretmesini istememdeki sebep her şeyden önce sisteme bir kontrol ve karar mekanizması yapabilmek. Elbette bu mekanik olarak da yapılabilir, nitekim dünya üzerindeki ilk bilgisayarlar ve hesap makinaları bile mekaniktir. Ancak bugün küçücük basit bir çip, yüzlerce ton ağırlığında ki mekanik bilgisayarların yaptığını çok daha hızlı ve çok daha az enerji harcayarak yapabilmektedir. Kaldı ki bu çip yüzlerce karışık melodiyi, hatta basitleştirilmiş bir çok senfoniyi bile kolayca aklında tutabilecektir. Üstelik bence müziğin her zaman değil, günün özel zamanlarında çalınması daha uygundur. Çünkü benzer melodilerin sürekli çalınması belli bir süre sonra tasarımın cazibesin kaybetmesine sebep olacaktır. Küçük bir elektronik beyni olan sistem ne zaman çalmaya başlayacağına ve ne zaman susacağına karar verebilir. Örneğin değişen mevsimlere göre güneşin ne zaman doğup battığını hesaplayabilir ve diyelim ki güneş batışlarında bir saatlik konserler verebilir. Sistemin elektrikli olmasının bir avantajı da üretilen enerjiyi depolayabilmektir. Örneğin rüzgar olmadığı bir gün müzik değirmeni daha önce depoladığı enerji sayesinde yine müzik çalabilir. İyi tasarlanmış bir sitemin çevre koşulları ne olursa olsun istenilen zamanda istenilen bir işlevi yerine getirmesi çok önemlidir. Elektriğin başka bir avantajı da müzik yasal ve fiziksel sebeplerden dolayı yel değirmeninin içinde yapılamazsa ortaya çıkar. Müzik dışarıdaki bağımsız bir ünitede gerçekleştirilir ve yel değirmeninin ürettiği enerji bu üniteye taşınır.

Aslında ilk yazımda da kısmen değindiğim gibi benim çıkış noktam sadece yel değirmenlerini değil her türlü doğal enerji kaynağını değerlendirilerek müzik yapabileceği varsayımı idi. Bu bağlamda üzerinde daha çok durduğum alternatif güneş enerjisi ile özelikle çocuk parklarına müzik kutuları yapmaktı. Güneş enerjisinin doğrudan mekanik enerjiye dönüşme şansı olmadığı için öncelikle elektrik üretmek kaçınılmazdı. Sanırım bu yüzden diğer alternatifler içinde aklıma ilk olarak elektrik geldi. Ama bu olmazsa olmaz bir alternatif değildir. Hayatta karşılaşılan her türlü ihtiyacın giderilmesine ve sorunun çözülmesine yönelik çabada olduğu gibi bu durumda da belirli avantajları ve dezavantajları olan bir çok alternatif vardır. Özellikle tasarımcıların çok iyi bildikleri yöntem mümkün olan bütün alternatifleri ortaya çıkartmak, alternatiflerin değerlendirmek ve optimum çözüm üzerinde yoğunlaşmaktır. Bizim durumumuzda ortaya çıkan değerlendirme kriterleri bana göre öncelikle maliyet, uygulanabilirlik, güvenilebilirliktir (relaibility) ve estetiktir. (6)

Müzik

Sayın Çakmak’ın belirttiği gibi müziğin mekanik olarak elde edilmesini bende konunun esprisi bakımından daha uygun buluyorum. Ayrıca bence senfoni orkestralarında olduğu gibi çalgılar görünebilir olmalı, mekanik devinimler müziğe estetik olarak eşlik etmelidir. Ancak benim kişisel olarak iyi bir dinleyici olmanın ötesinde daha derin bir ilişkim yoktur müzikle. Bu yüzden gerçekten dinlemeye değer bir müziğin ortaya çıkabilmesi için ne tür çalgıların olmazsa olmaz olduğunu bilemiyorum. Sayın Çakmak’ın tasarım ve mühendislik konusunda ciddi tecrübeleri ve becerileri olduğundan hiç kuşkum yok ancak müzik konusunda da böyle yetenekleri varımıdır bilmiyorum. Emin olduğum nokta, müzik konusunda yardımcı olabilecek birilerinin şu anda bu satırları okuyordur.

İlk adım

Yazının başında da belirttiğim gibi Sayın Çakmak ile aramızda başlayan dialoğun her şeyden önce yazılı kültüre yaptığı katkıdan dolayı çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ayrıca bu dialoğu ciddi bir entelektüel çaba, bir beyin cimlastiği ve hatta bir ön tasarım çalışması olarak görüyorum. Son olarak da çok küçük bir ihtimal dahilinde de olsa müzik değirmenlerinin gerçekleştirilebileceğine inanıyorum. Sayın Çakmak doğru bir tespitle yel değirmenleri konusunda gerek kamu kesiminden gerekse özel sektörden destek bulamadığını belirtti. Bende bu işin çok kolay olacağını düşünmüyorum. Ama işin zor kısmı projeyi gerçekleştirmek için gereken sponsoru bulmak değil. (Bu proje ile kendisinin reklamını yapabilecek bir çok şirketle görüşme yapılabilir. Eğer proje daha ciddi bir hale dönüşürse ben sponsor bulma işini üzerime alırım.) İşin zor kısmı samimi, duyarlı ve kabiliyetli insanlardan oluşan bir ekip kurmak. Sonuç olarak acele etmeye gerek olduğunu düşünmüyorum, zira ne kadar yıpransalarda yel değirmenlerinin onlarca sene sonra bile yerlerinde olacağına ve daha bir çok sanatçıya, tasarımcıya ilham olmaya devam edeceğine inanıyorum.

Referanslar

1.
Immanuel Kant, Critique of Judgement, The Hafner Publishing Company, New York, 1951
2.
Felicity Everett, Struan Reid, Explorers form Columbus to Amstrong, Usborne Publishing Ltd,1994
3.
Struan Reid, Patricia Fara, Inventors, Usborne Publishing Ltd., 1994
4.
Cervantes, Don Quixote, Penguin Books Ltd., London, 1950
5.
Marshall Berman, Katı Olan Herşey Buharlaşıyor, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994
6.
George E.Dieter, Engineering Design, McGraw-Hill, Inc, Maryland, 1991